Yazar Derinberken
|
Cumartesi, 01 Kasım 2008 |
Sessizliğin yakıcı sesi… İnsan bir diğer insanın sesine hasret kalmanın tarifsizliğiyle karşılaşınca fark ediyor bir çok şeyi. Kendisine olan tahammülsüzlüğünü, kolektif yaşamın kaçınılmazlığını ve bireyselliğin yıkıcılığını. Yalnızım… Kocaman bir evim var, bir elin parmaklarını rahatlıkla aşan arkadaşlarım, dokunduğum anda bütün uzakları yakın eden teknoloji dehası bilgisayarım… Ben mi? Yalnızım… Bir zamanlar…
Boş versene… Adı üstünde ‘bir zamanlar’, şu an olmayan, belki de olmasına gerek duyulmayan… ‘Geçmişe dönmek intihardır’ demişti S.S Şimdi hak veriyorum ona da… Beynim kurulu bir saat gibi, ama hep geçmişe çalışıyor. Bir gün öncesinde çalıyor, iki hafta ya da, belki de 1 yıl… Sanki bütün planlarım, alarm bir hafta önceyi çalmaya başlayınca şekilleniyor ve geçmiş bir anda geleceğim oluyor. Şimdi takılıyorum o ‘an’a… ‘an’ın bıraktığı acımsı tattan kurtulmak için dolduruyorum tıka basa tatlı hayalleri zihnime, tatlı bazı zamanlarda en büyük yoldaş oluyor… Zihin… Dağınık düşünceler karmaşası. Sunar sana kendini ve nefret ettirir sonrasında. Küsersin yüzüne, tenine, bütün düşünlerine… Şimdi sus… Bırak korna seslerini, insanların çığlıklarını, annelerin feryatlarını… Hepsi tanımlı, hepsi sen, hepsi ben, hepsi biz… Şimdi zaman sessizliğin sesini anlatma zamanı… İçimde açılan büyük boşluk bir tanımlamayla kapanır mı bilmiyorum ama deniyorum, yine düşme, yine düşünme ve yine geri dönmeleri göze alarak… Biliyor musun? Bombardımana tutuldu düşlerim, sınırlarım ötelendi sonrasında. Kabus oldu, uyandım. Ter içinde, soluksuz… Ahh, direnmelerim… Ne kadar savruk, ne kadar naçar… Ve ne kadar yeni, yine… Cevapları çalınmış bütün sorularla karşındayım yine… Şimdi yine çalınmış bir cevabı ya da cevapsız bir çalınmışlığı tarifle bana… Sessizliğin yakıcı sesini bilir misin?
DERİN |
Son Güncelleme ( Pazartesi, 03 Kasım 2008 )
|