Türkiye'de, ünlü Macar düşünür George Lukacs'ın yaşamını konu alan bu kitabın* yayımlanması, özel bir önem taşıyor. Çünkü, ülkemizin son on yıllık düşünce yaşamında, kişiliği ve görüşleri Lukacs kadar çarpıtılmış, bilinçli olarak yanlış tanıtılmaya çalışılmış, kötüye kullanılmış bir yabancı düşünce adamına daha rastlayabilmek, hemen hemen olanaksız. Bu durumun nedenleri ise -başka çok sayıda alan ve konu açısından da geçerli olduğu üzere- tüyler ürpertici bir bilgisizlik, bu bilgisizliği sürdürme istenci ve politik; bilinçsizlikten kaynaklanmıştır, kaynaklanmaktadır. Ülkemizde sözünü ettiğimiz bilinçli yanlış tanıtma için çeşitli yollara başvurulmuştur. Lukacs'ın politik yaşamının içinden belli parçaların bağlamdan koparılması; böylece bütünü göz önünde tutmadan -dil bilmeyen Türk okuruna da bu bağlamı tanıma olanağını vermeden- türlü suçlamalara gidilmesi, yazın toplumbilimi ve estetik alanlarındaki yaratısı içersinden yine işe gelen bölümlerin alınması, Lukacs'ın sonradan değiştirdiği kimi görüşlerinin, sanki yaşamının sonuna değin o görüşte kalmış gibi sunulması, bu yolların yalnızca bir kaçıdır.
Bu arada yine ülkemizde. Lukacs'ı yerin dibine batırabilmek için bir başka büyüğün, çok büyük bir sanat ve düşünce adamının, Bertolt Brecht'in de kötüye kullanıldığına ne yazık ki çok rastladık ve rastlamaktayız. Bu yapılırken, genellikle Brecht ve Lukacs arasında geçmiş olan gerçekçilik tartışmalarından yararlanıldı. Ama ne yazıktır ki Batıda Marksist düşünceye yeni boyutlar kazandıracak bir düzeyde ele alınmış, değerlendirilmiş olan bu tartışmalar bize neredeyse bir sokak kavgası düzeyinde getirildi; bu yapılırken, örneğin Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin en ileri gelen bilim adamlarından Werner Mittenzwei gibi, gerek Brecht, gerekse Lukacs üzerine yetkin çalışmalarıyla tanınan bir düşünürün Lukacs'a ilişkin görüşleri bile bağlamından koparılarak, eksik çevrildi ve iletildi. Bütün bu girişimler hiç kuşkusuz Lukacs'a değil, ama ülkemizin düşünce ve sanat yaşamında Marksist yazınbilimin ve estetiğin başlangıçlarına hiç kuşkusuz büyük zararlar verdi. Tanınmış Alman, araştırmacı Hans Jürgen Schmitt, Lukacs tartışmalarını konu alan kitabının önsözüne şu tümceyle başlar: “Lukacs ile hesaplaşma bahanesiyle kendilerini temize çıkarma çabasında olanlar, başarıya ulaşamazlar.” Yukarda adını andığımız Werner Mittenzwei ise, Lukacs'a ilişkin, başlangıçta epey sert olan görüşlerini değiştirirken -bunu yaparken de, başlangıçta bazı yanılgılara düştüğünü kendisi söyler iken!- şöyle demektedir: «Lukacs'ı incelerken polemikten uzaklaşmak, onu tarihsel açıdan, daha iyi, anlamak demektir. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Lukacs, Batıda da gerek sosyalist ülkelerde, gerekse öteki ülkelerde farklı değerlendirmelere hedef olmuştur. Bunun başlıca nedeni,Lukacs'ın bir düşünür, sanat kuramcısı, politikacı ve yazınbilimci olarak çok yönlü bir kişiliğin taşıyıcısı olmasıdır. Bu kişiliğin etkisiyle, yaşamının ,uzun bir bölümünde dogmatizmden, bağnazlıktan uzak kalmış oluşu Lukacs'ın düşman toplamasına yetmiştir. Lukacs çevresinde kümelenen gerçekçilik tartışmaları, 1930'larda gerek yazın politikasıyla ilgili, gerekse felsefe ve estetik düzeyindeki tüm tartışmaların odak noktasını oluşturur. O yıllarda Ernst Bloch, Bertolt Brecht, Hanns Eisler, Walter Benjamin ve Anna Seghers gibi çok önemli sanatçı ve düşünürler, faşizme karşı çıkma. bakımından Lukacs'la aynı safta olmalarına karşın, Lukcs'ın modeline karşılık kendi yazın ve sanat anlayışlarını -kimi zaman oldukça şiddetli biçimde- savunmak gereğini duymuşlardır. Özellikle. Lukacs'ın «klasik mirasa» sahip çıkışı ve genelde köktenci tutumları yadsıması, bu tartışmaları daha da alevlendirmiştir. Bugün bizim için önem taşıyan nokta, bu tartışmaların içeriği kadar düzeyidir; ilgili kaynaklardan kolayca saptanabileceği üzere, adlarını saydığımız karşıtlarının hiçbiri, aralarındaki derin görüş ayrılıklarına karşın, bir düşünür olarak Lukacs'ın önemini yadsımadıklar gibi, yine bu karşıtların pek çoğu sonra sonra tartışmalar sırasında kendilerinin "bağnazlığa" düştüklerini belirtmekten çekinmemişlerdir. Lukacs’ın gerek politikacı gerekse sanat kuramcısı kişiliğine ilişkin olarak bu kitapta yeterince bilgi var. Bu bakımdan ben -gelecekteki değerlendirmelere yararlı olabilir umuduyla- biraz olsun Lukacs'ın ülkemizde neden yanlış değerlendirildiği üzerinde durmak istiyorum.** Kamınca bu nedenler, şöyle sıralanabilir: 1- Diyalektik materyalizmin ele alınışında kaynak eksiklikleri: Gerek diyalektik yöntemin, gerekse diyalektik maddeci felsefenin üzerinde duruluşu, ülkemizde, görünüşte kısa sayılmayacak bir geçmişe dayanmaktadır. Bunun gibi yine görünüşte, çevrilmiş olan yapıtların sayısı da hayli kabarıktır. Gerçekte ise bu konuda temel diye nitelendirilebilecek yapıtların pek çoğu henüz dilimizde bulunmadığı gibi, bulunanlar da çoğu kez parça parça, bağlamından koparılarak alınmış malzemeden oluşmaktadır. özellikle Hegel'le başlayan gelişme gereğince anlaşılamadığı zaman da, Marksist düşüncenin en büyük temsilcilerinden biri sayılan Lukacs'ın gereğince değerlendirilemeyeceği ortadadır. 2 - Lukacs'ın kendisinin yeterince değerlendirilebilmesi için çok derinlere uzanan bir bilgi birikiminin varlığını gerektirmesi: Batıda bu düşünürün bazı yanlarının geç anlaşılabilmesi, çalıştığı her alandaki gelişme evrelerinin tümünün bir arada değerlendirilmesi gereğinden doğmuştur. Özellikle felsefe ve estetik alanlarında, ele aldığı her konunun üstüne gerçekten şaşırtıcı zenginlikte bir bilgi donanımıyla giden Lukacs, bu nedenlerden ötürü okurlarından da çok çaba istemektedir. Hiç kuşkusuz Lukacs da hiç yanılmamış, hiçbir yanlış yapmamış bir düşünce adamı değil; ama bizim için önemli olan, onu önyargısız ve yeterince anlamak. Bunu yapabildiğimiz gün, bugün 'Batı'da olduğu gibi, bizde de gerçekçiliğe ilişkin türlü tartışmalar çok daha başka. boyutlar :içersinde değerlendirilebilecektir.
---------------------------------------
* Georg Lukacs, Estetik-1, İstanbul-1985, sf. 7-9
** Ünsal Özkay, Estetik ve Politika, İstanbul-1995, sf:6 |